31 Ocak 2010 Pazar

Mis Gibi Misvak! ve bir Son Not :)





Tıbb-ı Nebevi'de
Rehber-i mutlak olan Peygamberimiz (asm)
buyurdular ki:
Eğer ümmetim üzerine zahmet vermeyecek olsaydım,
her namazda misvak kullanmalarını emrederdim.


 ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~   
     Sünnete uygun olan misvak, erak ağacından elde edilen dallardan ibârettir; ince lifleri, kendine hâs güzel bir kokusu ve misvakın pek çok maddî ve ma‘nevî faydaları vardır ki, bunların bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum: 

  • Resûlullah’ın (asm) mühim bir sünneti yerine gelmiş olur. 
  • Allah’ın rızâsına ve hoşnudiyetine vesîledir. 
  • Ağız temizliğini sağlar. 
  • Dişleri parlatır, diş çürümelerini ve diş taşlarını önler. 
  • Diş etlerini kuvvetlendirir, ağız kokusunu giderir. 
  • Zekâyı artırır. 
  • Sesi güzelleştirir, konuşmayı kolaylaştırır. 
  • Göze kuvvet verir. 
  • Son nefeste kelime-i şehâdeti hatırlattırır. 
  • İhtiyârlığı geciktirir. 
  • Mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler. 
  • Hazmın kolaylaşmasını sağlar. 
  • Sevabı artırarak ömrü bereketli kılar.
     Tabiki öncelikle misvak kullanmamızın en temel sebebi Peygamberimizin sünneti olup tavsiye ettiği içindir. Yoksa burada yazdığım faydaları sadece kullanılmasına teşvik edicidir. Biz de inşallah Peygamberimizin sünnet olması cihetiyle kullanmaya başlayalım. Diğer faydalarını Rabbim zaten onun içine yerleştirmiş. Hiç deneyeniniz oldu mu bilmiyorum fakat gerçekten faydasını gördüm.
     Bende tembellik gösterip kullanmaya ara vermiştim. Son bir aydır mide ağrıları çekiyordum, mide ekşimem vardı aklıma hemen misvak geldi dün itibariyle alıp kullanmaya başladım ve midemdeki hararetin geçtiğini söyleyebilirim..
     Misvak hakkında başka Hadis-i Şeriflerin kaynaklarıyla beraber olduğu güzel bir yazıyla ilgilenirseniz buyrun buradan...


     Hayırlı geceler diliyorum. . .


Son notwww.saglikvakfi.org.tr sitesini incelerken gıda katkı maddeleri ile ilgili de bir bölüm olduğunu farkettim şiddetle incelemenizi öneririm. 
Konu başlıkları:

Yazdırılabilir özet tablo bölümünden word belgesi şeklinde E katkı maddelerinin tablosunu indirebilirsiniz. Çok faydası olacağına inanıyorum.. Ayrıca bunu da mutlaka okuyunuz diyorum herşeyi öz bir şekilde anlatmış..


Tekrar hayırlı geceler diliyorum :)

30 Ocak 2010 Cumartesi

Peygamberimizden Öneriler

Peygamberimizin sebze ve baklagillerle ilgili olan hadislerinden sizlere bir çeşni hazırladım :)
İstifademiz bol olsun inşallah..




KURU ÜZÜM
"Kuru üzüm ne güzel yiyecektir. Ağız kokusunu güzelleştirir. Balgamı eritir. Sinirleri kuvvetlendirir. Öfkeyi yatıştırır. Rengi netleştirir."




KEREVİZ
"Bir kimse kereviz yer de arkasından hemen uyursa, ağzı güzel kokarak, organların ve ön dişlerin ağrısından emin olarak uyur."




İNCİR
"Bir meyvenin cennetten indiğini söyleseydim inciri söylerdim. Çünkü cennet meyvesi çekirdeksizdir. İncirden yiyiniz, zira incir basuru keser ve nigris hastalığına faydalıdır."




KURU HURMA
"Bir kimse sabahları yedi hurma yerse o gün ona zehir ve sihir zarar vermez."




KABAK
"Ya Aişe! Tencereyi kaynattığınız zaman tencereye çokça kabak koyunuz. Zira kabak üzgün insanın kalbini kuvvetlendirir."




MERCİMEK
"Mercimek kalbi inceltir ve gözyaşını çoğaltır. Zira o Salihlerin yemeğidir."




PİRİNÇ
"Yerin çıkardığı her bitkide bir dert bir de şifa vardır. Ancak pirinç böyle değildir. O şifadır, onda dert yoktur."




PATLICAN
"Patlıcan ne için yenilirse ona yarar."






Hayırlı hafta sonları diliyorum bol hadisli yemekler :)

28 Ocak 2010 Perşembe

4 Muhteşem Hadis

     Hadis-i Şerif'lerin hepsi elbette muhteşemdir fakat günlük hayatla ilgili olanları, islam şeriatiyle ilgili olanları veya adablarla ilgili olanları da vardır. Burada bahsetmek istediğim birer müslüman olarak bize rehberlik eden hayatımızı şekillendirmesi gereken en temel 4 hadisi güvenilir kaynaklardan buldum ve Ebu Davud Hazretleri'nin bizimle paylaştıklarını bende buradan tekrar derleyerek sizinle paylaşmak istiyorum.





     Büyük hadîs âlimi Ebû Dâvud Hazretleri bazı hadîslerin insanın şu dünya imtihânında ve ma‘nevî hayatında ehemmiyet ve kıymetini belirmek için şöyle der: Resûlullah (asm)’dan 500 bin hadis yazdım. Onlar arasından sâdece şu kitabıma koyduklarımı (5 bin civarında) seçtim. Ancak, kişiye, dini doğru kılması için bu hadîslerden dört tanesi yeterlidir.


  • Birincisi: “Ameller niyetlere göredir…” hadîsidir.
  • İkincisi: “Kişinin Müslümanlığının kemâli mâlâya‘nîyi, boş şeyleri terk etmesine bağlıdır” hadîsidir.
  • Üçüncüsü: “Mü’min kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe (kâmil) mü’min olamaz” hadîsidir.
  • Dördüncüsü: “Helâl olanlar açıklanmıştır, haram olanlar da açıklanmıştır. Bu ikisi arasında (durumu açık olmayan) şüpheli şeyler vardır. Bunların (haram mı helâl mi olduğunu) çokları bilemez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim şüpheli şeyi işlerse haram düşer. Tıpkı sürüsünü, yasak koruluğun etrafında güden çoban gibi. Koyunları her an koruluğa kayabilir.Bilesiniz! Her melikin bir koruluğu olduğu gibi, Allah’ın da bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu haramlardır. Bilesiniz! Vücûdda bir et parçası vardır, bu sıhhatli oldu mu vücûdun tamamı sıhhatlidir, bozuldu mu, vücûdun tamamı sıhhatini kayıp eder. İşte bu parça kalptir “ hadisidir.
     Mühim bir not: 4. Hadis-i Şerif; Sarmaşık Eczanemizde de değinmeye çalıştığımız yiyeceklerde ve gıda katkı maddelerindeki şüpheli durumlar veya helal olup olmama durumlarına karşı gayet güzel ve açıklayıcı bir hadistir. Bir gıda katkı maddesinin eğer tam olarak helal olduğundan emin değilsek şüpheli grubuna girmiş olur. Böyle durumlardan bu hadisi hatırlayarak kararlı bir şekilde kaçınmak gerekir.
Helal dairesi elbette keyfe kafidir. Vücudumuza giren her bir gıda zerresi artık bizden bir parça olur ve eğer şüpheli veya haramsa ibadetlerimizde bıkkınlığa, müspet hareketlerimizde zayıflığa, kalbimizdeki yanlış meyillere ve nesillerimizin de bozulmasına yol açabilir.


     Allah bizleri muhafaza etsin


Fotoğraf Peygamber Efendimizin(asm) kabrinin altın kapısı..

21 Ocak 2010 Perşembe

Hasta Tefekkürü


   

     Günümüzde birçok hastanın psikolojik sıkıntılarının temel bir sebebi olan, hastaya “Ben ne yaptım ki, bu başıma geldi” veya “Neden ben seçildim de bu hastalığa yakalandım, bu bir haksızlık değil mi?” gibi sözleri söylettiren, neticede Allah’ın rububiyetini tenkit ve Yaratan’ın zulm ettiğini isnad etmek manalarını taşıyan Allah’a itiraz ve Allah’tan şikayet etme hastalığına karşı aklımıza getirip düşünmemiz gerekenler elbette şunlardır:
     “Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta! Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi' olmamış ki şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenab-ı Hakk'ın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatlı olanlara bakıp şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan bîçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a'malara bak! Allah'a şükret. Evet nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin.
      Ne kadar tefekkürî bir düşünce değil mi?

20 Ocak 2010 Çarşamba

Merhametsiz Nazarlar




Beşerin merhametten yoksun nazariyeleri değil midir insanı böyle mazlum kılan.
Ah merhametsiz nazarlar, merhamette yoksun zekalar!


Ah su-i zanlar!
Kim bilir hangi ümit dolu masum sineleri kor etti zanna müptela olanlar!


Menfi notlar, yanlış yargılar düzelebilir belki bir gün.
Peki psikolojik yaraları, yıkılmış bir kuvve-i maneviyeyi, şevk ve heyecan kaybını kim ve nasıl telafi edecek!?


Oysa mağduriyete giriftar edilen gönüllerin duaları değil miydi semayı aşanlar?
Ah semayı aşan duaları unutanlar..
Neydi insanları su-i zanna bu kadar cüretkâr kılanlar!?


Zordur şevk ve heyecan kaybının telafisi.
Annesini kaybetmiş bir yavruya, solmuş bir çiçeğe, yıkılmış bir harabeye, yanmış bir viraneye döner insan.




Mehlika Yağmur

19 Ocak 2010 Salı

Erken Karar ve Hüküm Verme Hastalığı


Fakir, köylü bir ihtiyârın dillere destan bir atı varmış. Oranın kralı, at için büyük bir servet teklîf etmiş, ama o satmaya yanaşmamış. Bir sabah kalkmışlar ki at yok. Köylüler ihtiyârın başına toplanmış; “Bu atı sana bırakmayacakları belliydi, keşke satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın” demişler. İhtiyâr, “Karar ve hüküm vermek için acele etmeyin. Sâdece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin kendi yorumunuz.” Köylüler kahkahalarla gülmüşler.


Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın çıkagelmiş. Meğer dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyârdan özür dilemişler ve demişler: “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması adeta bir devlet kuşu oldu senin için.” İhtiyâr demiş: “Karar ve hüküm vermek için yine acele ediyorsunuz. Sâdece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sâdece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.”

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyârın tek oğlu attan düşmüş ve bacağını kırmış. Köylüler ihtiyâra; “Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

İhtiyâr; “Siz erken karar ve hüküm verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Gerisi sizin yorumunuz. Ama acaba ne kadar doğru?”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silâh tutan gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyârın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü mâtem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş. Köylüler, yine ihtiyâra gelmişler: “Yine haklı çıktın. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki de hiç köye dönemeyecekler.” “Siz erken karar ve hüküm vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var.

Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sâdece Allah biliyor.”

Meşhur bilge Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış:

Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı dâimâ karara zorlar. Çünkü gelişme hâlinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi aslâ sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.

17 Ocak 2010 Pazar

Portakal Kokulu Müslüman

   Sıcacık insanı rahatlatan turuncu bir rengi vardır. Parlak kabuğu ve yuvarlak şekliyle gerçek bir güneşi andırır. İçi keseciklerle dolu beyaz kabukla kaplı, etli, sulu, tatlı bir meyvedir. Evet tadı gibi kokusu da muhteşemdir portakalın..



     Hayatın her aşaması için örnek olan ve bütün mahlukattan misaller veren , mahlukatın lisanından en iyi anlayan beşer olan Peygamber-i Zişan Efendimiz (asm) bize portakaldan misal vererek, portakal ile Kur'an okuyan mü'min arasında çok manalı ve hoş bir ilişki kuruyor ve buyuruyor ki:


     "Kur'an okuyan mü'minin misali portakal gibidir. Kokusu güzel, tadı hoştur. Kur'an okumayan mü'minin misali hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur."


      Günlük hayatımızda ne kadar Kur'an okuyoruz, onu ne kadar anlıyoruz acaba?


     Bu hadisi okuduğumda portakala olan ilgimin arttığını itiraf etmeliyim :) Zira bu hadis bize hep, Kur'an okumadaki eksikliğimizi hatırlatıyor. Ve Kur'an okuma şevkimizi artırıyor. Özellikle de insanın kendi hanesinde daha fazla zaman geçirdiği ve ibadetlerine daha çok zaman ayırabileceği, kış aylarında yazın rehavetinden kurtulup kışın ikaz edici, insanı kendine getirici soğuklardan, Kur'an'a olan iştiyakımızı ve ihtiyacımızı bu rehber hadis feyziyle ziyadeleştiriyor.


     Kış ayları içerisindeyiz. Gelin uzun kış geceleri geçmeden kendimize bir program yapalım. Günlük hayatımızda okuyacağımız ve anlamaya çalışacağımız bir miktar Kur'an olsun hep. Kur'an saatlerimiz, Kur'an günlerimiz olsun. Hem okuyalım, hem manasını bilelim. Hem de tefsirini mütalaa edelim. Birkaç satır da olsa ama her gün düzenli ve ciddiyetle.

Akşemseddin Hz'ne Dair

     Merhabalar geçtiğimiz 15 Ocak günü Akşemseddin Hazretlerinin vefat yıldönümü idi. Bununla ilgili ufak bir araştırma yaptım sizlerle paylaşmak istiyorum. İstifademiz bol olsun inşallah..


     Akşemseddin Hazretleri; Hacı Bayram-ı Veli Hz'nin talebesi ve onun ilminin manevi varisi idi. Bir gün Şehzade Mehmet yani geleceğin Fatih'i henüz beşikte bulunuyordu. Bir sohbet esnasında zamanın padişahı Sultan II.Murad Han Hacı Bayram-ı Veli Hz'ne İstanbul'u işaret ederek: "Fetih bizlere müyesser olacak mı?" diye sordu. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri de: "Siz ve biz bunu göremeyiz; ama fethi görmek şu küçük şehzade ile bizim köseye nasip olacaktır." der.



     Akşemseddin Hazretleri aynı zamanda hekimlik ve eczacılık ilminde de derin bir alimdi. Kendi devrinde hastalıklara bulduğu yeni tedavi usulleri ve ameliyat yöntemleriyle pek çok hastanın şifasına Allah'ın izniyle vesile olup, halk arasında bu yönüyle de meşhur olmuştur. Bu sebeple kendisine "Lokman-ı Sani/İkinci Lokman" denilmiştir. Kendisi hem "Tabibü'l Ebdan/Bedenlerin Tabibi" hem de "Tabibü'l Ervah/Ruhların Tabibi" ismiyle anılmıştır.
     Tarihte ilk defa hastalıkların mikroplardan geldiğini söyleyerek Pastör'den tam 400 sene önce "Mikrobu keşfeden ilk tabib" olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli hastalanıp vefat edeceğini anlayınca, "Benim techiz ve tekfinimi Akşemseddin yapsın ve namazımı da o kıldırsın" diye vasiyet etti. Ancak Akşemseddin Hazretleri'ne o günün şartlarında ulaşmak kolay değildi. Nerede olduğu da bilinmiyordu. Ama ne var ki, Akşemseddin çıkıp geldi ve hocasının cenazesinin techiz ve tekfinini yaptı. Şeyhini vatan-ı aslisi olan dâr-ı bekaya uğurladı.
     Allah bize böyle İslam kahramanlarını örnek almayı nasip etsin. Ahirette bizleri de onlara komşu eylesin. 
     Amin..

9 Ocak 2010 Cumartesi

Bakileşmek İsteyen Var Mı?

Merhabalar,
Zaman zaman düşünürüm kendi kendime.. Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bütün tüm bu muhabbet duyduğumuz şeyleri sonsuzluğa çevirip bakileştirmenin çaresi yok mudur? Baki olmayacaksa yaptıklarımızın, uğraştıklarımızın , çabaladıklarımızın sonucu koca bir hiç değil midir?


Evet varmış :)
Hem de beş mertebede kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi varmış..
Nedir peki?


Emanet olarak aldığımız şeyleri gerçek sahibine satmak. Satmak demekten kastettiğim Rabbimizin yolunda kullanabilmek. Mesela gözümüzü ele alalım; eğer biz bu nimeti Rabbimizin emrettiği gibi yasaklarına bakmayarak veya kainattaki muhteşemliği görerek tefekküre sevkedersek onun hakkını verip bir nev’i tekrar satmış oluruz.



Evet Rabbimiz’in bize verdiği nimetleri şükürleri güzellikleri tekrar Rabbimize satabiliriz hem de beş tane kâr içinde kârla. Böylelikle;


  • Bizim o fani malımız, mülkümüz, beka bulur. Çünki sonsuz ve varlığı kendinden olup mahlukatı varlıkta tutan celal sahibi Zât’a verilen ve onun yolunda sarfedilen şu geçici ömürümüz, sonsuzluğa dönüşebilir ve sonsuz meyvalar verir.
  • Bize Cennet gibi bir fiyat veriliyor, yani onları sattığımızda Cennet’i kazanabiliyoruz.
  • Bütün uzuvlarımızın ve duygularımızın kıymeti, birden bine çıkabilir.
  • Bizler bu dünyada gayet aciz ve zayıf varlıklarız en ufak bir mikroorganizmaya bile kolayca yenilebiliyoruz. Fakiriz, ihtiyaçlarımız çok.. Her an nefes alabilmemiz için bile solunum sistemimizde saniyede milyonlarca enzim dönüşümlerine ihtiyacımız olup alveollerimizden milyarlarca oksijen zerresini işlemesi gerekiyor.. Hayat yükümüz ise pek ağır. Dağların taşların bile kabul etmediği bir ulvi yük konulmuş omuzlarımıza. Eğer her şeye gücü yeten her an her yerde bulunabilen bir Zât’a dayanıp tevekkül etmezsek ve itimad edip O’na teslim olmazsak halimiz nice olur.. Vicdanımız azablar içinde boğulup yiter. Ve maalesef sonuçsuz zorluklar, üzüntüler bizleri boğar..
  • Bütün uzuvlarımızın, organlarımızın, ibadeti ve tesbihati ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğumuz bir zamanda inşallah Cennet yemişleri suretinde bizlere verilecek. Bu konuda da birçok alim zât attifak etmişlerdir.


Bakileşmek yani bir anlamda soyut laşmak aslında bu dünyadaki meyillerimizi iyiliğe çevirip yaptığımız somut  fillerden geçiyor……


Maddeler halinde bıraktıklarımı ve açıklamaya çalıştıklarımı tefekkürlerinize sunuyorum..
Hayırlı akşamlar diliyorum..
fotoğraf zey_mir kullanızı adlı fotokritik müdaviminden alıntıdır. teşekkürler..

6 Ocak 2010 Çarşamba

Allah'ın Kadına Rahmeti ve Adaleti: Zıhar Mevzuu

   Bugün, bir hatim-i şerifde payıma düşen, okumam gereken bir kısmı meâli ile birlikte okuyayım diyerek Hayrât Neşriyat İlmî Araştırma Merkezi'nin "Kur'ân-ı "Kerîm Ve Muhtasar Meâli"ni açıp Mücâdele sûresini meâli ile birlikte okumaya başladım. Yakın zamanlarda bir muhabbet içerisinde konusu geçen "eşin, zevcesini annesine benzetmenin veyahut 'senin kucağın bana annemin kucağı gibidir/ sen bana annem gibisin' demesinin önemli bir günah ve nikahın düşmesine kadar yol açabilecek bir büyük söz" olduğu konusu, ikinci âyette karşıma çıktı. Daha yeni bahsetmiş olduğumuz bu konuyu, hakkında Kur'ân'da geçen hükümleriyle birlikte ele alarak asıl ve en kesin kaynaktan öğrenelim istedim.
   Evet, Mücâdele sûresinin 2. âyetinde şöyle geçiyor:


  "İçinizden kadınlarına zıhar* yapanlar (bilmelidirler) ki, onlar (o kadınlar) kendi anaları değildir. Çünki onların anaları, ancak onları doğuranlardır. Şübhesiz onlar, gerçekten çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah, elbette Afüvv (çok affedici)dir, Gafür (çok bağışlayan)dır." (58/2)


  Âyette geçen "zıhar" ise muhtasar meâlde Ahzab sûresinde de geçen zıhar kelimesinin altında açıklanmış. Şöyle ki :
  *"Zıhar: Eşinin bir uzvunu anasının a'zasına benzetmektir. Câhiliye devrinde iken bir kimse eşine meselâ: "Senin sırtın, anamın sırtı gibidir" dediğinde artık eşini kendi anası gibi sayar ve böylece ona yaklaşmazdı. bazen bu bir boşanma sebebi de olabiliyordu. Daha sonra İslâmiyet bu hükmü kaldırmış, cezâ olarak da keffâret hükmünü getirmiştir."


  Yani, daha önceleri eşten kesin olarak ayrı kalmaya neden olabilecek kadar ciddi bir eylemmiş zıhar yapmak. Ancak rahmeti sonsuz Rabbimiz, insanların dillerine her zaman yanlış şeyler söylemeyebilecek kadar hakim olamayacaklarını; ve sonra söylediklerinden pişman olup geri dönmek isteyeceklerini bildiğinden, zıharın neticesinde eşten ayrılmak şartını ortadan kefaret karşılığında kaldırmıştır.


  Ancak dikkat edilirse zıharı câhiliye dönemi âdeti sayıp tamamen de yok saymamıştır. Bundaki hikmetin ise Rabbimizin Cemâl esmâsını tecelli ettirdiği "kadın"ların, eşlerinin bu söylem ve davranışları neticesinde kalblerinin ve onurlarının yaralanacağını bilmesinden olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadınların fıtratında eşlerine her daim hoş ve alımlı görünmek isteği vardır. Ve onlardan da bu yönlerine karşılık iltifatlı davranışlar, güzel sözler ve yakın bir alâka beklerler. Hiçbir kadın kendisinin; eşinin annesine ve dolayısıyla zevcelik gibi bir yakınlığın haram kılındığı bir kişiye benzetilmesinden hoşnut olmaz. Çünkü bu tabirler kullanıldığında kadının kalbinde artık eşine karşı alımlı olmadığı, eşinin onu istemediği duyguları şiddetli bir şekilde uyanır. Şu âyetin ilk cümlesindeki tabirin hoşluğuna bakınız:
  "Allah, bir adamın içinde iki kalb kılmadı. Ve kendilerine zıhar yaptığınız zevcelerinizi, analarınız saymadı. Evâdlıklarınızı da  öz oğullarınız (gibi) kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınızdaki sözünüzdür. Hâlbuki Allah, hakkı söyler ve doğru yola O hidâyet eder." (33/4).
  Zıhar yapmak hafife alınacak bir olay olmamakla beraber, hüküm Allah'ındır. Cahiliye döneminde insanların kendi kendine koyduğu hükümlerin (zıhardan sonra eşini gerçekten annesi gibi saymak) bu âyetle geçerliliğinin kaldırıldığını ve de Allah'ın bizi, "siz öyle söylediniz diye Allah onları sizin analarınız saymadı" diye ikaz ettiğini görüyoruz. 





   Belki erkeğin dikkatsizce veya bilinçsizce söylemiş olabileceği bu kelimeler kadının iç dünyasında fırtınalar koparıp onu derin bir ıstıraba sürükleyebilir. Rabbimiz yarattığını en iyi bilendir. Kadının dikkatsizce dahi söylenmiş olsa böyle bir söyleme maruz kalması durumunda Allah, kadının hakkını, incinen duygularını müdafaa etmek için zıharı reddetmemiş, aksine hafif sayılmayacak kefaretler ile bedel ödetmek istemiştir. Ancak eşin pişman olabileceği ihtimali için de, zıhar neticesinde kesin olarak eşten ayrı kalmak zihniyetini de yasaklamıştır. Allah ne Rahman ve Rahim'dir...
   A'raf suresi ve akabinde bu ayetle ilişkili olarak muhtasar meâlde haşiye olarak işaret edilen Risale-i Nur'dan şu bölüme nazarlarınızı çekmek isterim:


  "Sizi tek bir nefisten (Âdem'den) yaratan ve ondan da gönlü ısınsın diye* eşini (Havvâ'yı) yaratan O'dur. (...)" (7/189)


  *"İnsanın en fazla ihtiyâcını tatmîn eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler (değişsinler) ve lezâizde (lezzetlerde) birbirine ortak ve gamlı ve kederli şeylerde de yekdiğerine muâvin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir (şaşkın) kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden (düşünen) adam, velev (ister) zihnen olsun; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın ister. Kalblerin en latîfi (hoşu), en şefîkı (şefkatlisi); kısm-ı sânî (ikinci kısım) ile ta'bir edilen kadın kalbidir." (İşârâtü'l-İ'câz, 197-198)


   Bunların üzerine söylenecek söz sanırım kalmıyor. Bir de zıharın kefareti ile ilgili âyetleri belirterek konuyu sonlandıralım.  Zıharın ödenmesi çok da kolay olmayan, yani konunun  bize ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha vurgulayan, kefaretleri ile ilgili âyetler:


   "Kadınlarına zıhar yapıp da sonra söylediklerinden dönenlere, o takdirde birbirleriyle (kadınlarıyla) temâs etmeden önce bir köle âzâd etmek (borcu vardır). İşte siz, bununla nasihat ediliyorsunuz. Ve Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdâr olandır." (58/3)
   "Fakat (buna imkân) bulamayan kimseye, o takdirde birbirleriyle temâs etmeden önce ard arda iki ay oruç (tutma mecburiyeti vardır). Artık (buna da) güç yetiremeyen kimseye ise, (sabah-akşam) altmış fakiri doyurma (keffâreti vardır). Bu (hafifletici hükümler), Allah'a ve Resûlüne îmân etmeniz içindir. Bunlar, Allah'ın hudûdudur. (Bu hükümleri inkâr eden) kâfirler için ise, (pek) elemli bir azab vardır." (58/4)


   Ve devamında Kur'an-ı Kerîm'de sık geçen ikazlardan biri tekrar ediliyor:


"Şübhesiz ki Allah'a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin (rezil olup) helâk edildiği gibi helâk edileceklerdir; çünki doğrusu (biz) apaçık âyetler indirmişizdir. Ve kâfirler için, (pek) aşağılayıcı bir azab vardır." (58/5)


  Zıhar konusunun hemen ardından "helâk edilmek" gibi bir uyarıya muhatap oluyorsak bu gerçekten ciddi ve dikkat edilmesi gereken bir konudur. 
Allah'ın hükümleri açık ve kesindir. 
Görebilen gözlere...


Selametle...
Handenur~
                                                                    Fotoğraf Fotokritik'ten alıntıdır.

3 Ocak 2010 Pazar

Asr-ı Saadetten Bakış (II)

Merhabalar, bugün de aile içinde Müslüman erkek nasıl olmalıdır sorusuna cevap arayalım: Bu sorunun en kısa ve en doğru cevabı şudur: Erkek Peygamber efendimiz gibi olmalıdır.. Çünkü Peygamber efendimiz: Evinde ailesinin hizmetindeydi, elbisesini temizler, gerektiğinde yamar, koyununu sağar, papucunu tamir eder, kendi işini kendisi yapardı (Siyer’den alıntılar).


Kadının eşine karşı görevlerinden söz etmek onun hiçbir hakka sahip olmadığı anlamına gelmez. Bakınız Allah-ü Teala Hz kadının hakkını nasıl dile getiriyor: “Erkeklerin hanımlar üzerinde hakkı olduğu gibi, hanımların da kocaları üzerinde hakları vardır.(Bakara 2-228)” Haklardan söz etmeyi yeterli bulmayan Rabbimiz, Müslüman erkeklere bakınız neyi öğütlüyor:



Kadınlarla güzel bir şekilde hayatınızı sürdürün. (Nisa 4-19)”. “Kadınlarla güzel bir hayat sürmek” ifadesi çok kapsamlıdır: Bu emrin ilk akla getirdiği; güler yüz, tatlı söz, şefkatli davranıştır. Bunu Peygamber efendimiz “hayırlı olmak” ifadesiyle bakınız nasıl açıklamıştır: “Sizin en hayırlınız, aile fertlerine en hayırlı olandır. Ailesine en hayırlı olanınız da benim.” Aile fertlerine hayırlı olmanın ölçüsü ise yukarıda geçtiği gibi onların hizmetinde olmaktır.


Erkeğin hanımıyla güzel geçimini en iyi anlatan hadislerden biri de şudur: “Hiç kimse hanımına kin beslemesin! Çünkü onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.


Eşler Allah’a giden yolda yürüyen tek vücudun ayaklarıdır. Asla birbirinin rakibi değildir. Birbirlerine üstünlük iddiasında da bulunamazlar. Onlar Hakk’a giden yolda nasıl yürüyeceklerini Allah’tan ve Resulullah’tan öğrenirler, gerisi boş iddialardan ibarettir.


Yarın Farmakognozi imtihanım olduğu için burada kısa kesiyorum, dualarınızı bekliyorum :)


Saygılar..
(fotoğraf HAYKIRDI kullanıcı adlı fotokritik müdaviminden alıntıdır. Teşekkürler..)

2 Ocak 2010 Cumartesi

Asr-ı Saadetten Bakış (I)

Merhabalar, bugünkü yazımızda iki sorunun cevabını beraberce bulmaya çalışacağız. Aile içinde;
·         Müslüman hanım nasıl olmalıdır?
·         Müslüman erkek nasıl olmalıdır?


İnşallah bu sorularımızın cevaplarını yaşantısıyla, hâl ve hareketleriyle bizlere en güzel numune olup öğreticimiz olan ve Asr-ı Saadet adı altında altın harflerle en parlak bir devri insanlık alemine yaşatan Peygamberimiz(SAV)’in öğütleriyle inceleyelim.


Müslüman Hanım Nasıl Olmalıdır? Sorusunu cevaplandıran Hadis-i Şeriflerden birisi şudur: Peygamber efendimize “Hangi kadın daha hayırlıdır” diye soruldu. O da şöyle buyurdu: “Kocası baktığında onu sevindiren; bir şey istediğinde ona itaat eden, kocası evde olmadığı zaman hem kendini hem de onun malını koruyan kadın.” “Kocası baktığında onu sevindiren” ifadesi nasıl anlaşılmalıdır? Çünkü bu söz oldukça kapsamlıdır. Kocası “neye baktığında” onu sevindirecek? Bunun anlamı Prof. Dr. Yaşar Kandemir’in ifadesiyle şöyledir: Kocası eşinin yüzüne baktığında; onun sevgi ve muhabbet dolu bakışlarını görmeli, o da kocasıyla güzelce geçinip onu sevindirmeli, ona karşı gelip öfkelendirmemelidir. Elbisesine baktığında; temiz giyindiğini, giydiğini kendine yakıştırdığını görmeli, sevinmelidir. Kocası evine baktığında; bir düzen ve tertip görmeli, mutlu olmalıdır. Eşyaların sağa sola atıldığını, yıkanmamış bulaşıkların üst üste yığıldığını görmemeli, üzülmemelidir.


Hadis-i Şerif’in böyle yorumlaması öyle sanıyorum ki bazı genç hanımların hoşuna gitmeyecektir. Çünkü neslimizi bir masalla uyuttular hâlâ da uyutuyorlar: Kadın-erkek eşitliği masalı.. Esasen bu masal pek beğenildi; heyecanla dinlendi ve pek sevildi. Bu masala ters gibi görünen bir hadis duyulduğunda, önce tereddüt edildi sonra tedirgin olundu. “Bizim peygamberimiz hiç öyle şey söyler mi” denildi. Öte yandan yine bazılarının somurtmasına yol açan şu ayete uygun bir yorum arandı: “Erkekler kadınlar üzerinde yönetici ve koruyup gözeticidir.(Nisa 4-34)” Çünkü bu ayet de kadın erkek eşitliğine ters göründü. Sözü uzatmayalım. Bu halimiz, insanımızı dinden soğutmak isteyenlerin bir zaferidir. Kadının kocasına karşı görevlerini Peygamberimizden öğrendiği zamanlar evlerimiz, ev olmaktan çok bir yuvaydı. Şimdiki evler pek yuvaya benzemiyor. Hafif bir esinti evimizin içine doluyor ve bizi üşütüyor.



Asr-ı saadet’ten yani Peygamberimiz devrinden ufkumuzu açacağını umduğum bir olay sunacağım. Aynı zamanda kendimizi test etmeye yarayan bir olay:


Yezid kızı Esma Medineliydi. Peygamber efendimize ilk biat eden hanımlardan biriydi. Çok güzel konuşurdu. Resul-ü Ekrem Efendimizin huzuruna çıkar, kadınların sormaya çekindikleri konuları ona rahatlıkla sorardı.  Sevgili Efendimiz de Esma’yı takdir eder, “utanma duygusunun dinlerini öğrenmeye engel olmadığını” söyleyerek Medineli hanımları överdi. Bir gün hanım sahabeler onu Peygamber Efendimizin yanına gönderdiler. Esma Resulullah Efendimizin huzuruna çıkınca şunları söyledi: “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni bütün erkek ve kadınlara peygamber göndermiştir. Biz sana ve senin Rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz için evlerinizde kapanıp kalmış, nefislerinizi tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda taşımışızdır. Siz erkekler ise Cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz. Bütün bunların en önemlisi Allah yolunda cihat etmektir. Fakat siz hac ve umre için yahut düşmanla savaşmaya gittiğiniz zaman mallarınızı biz koruruz, iplik eğirip size elbise yaparız, çocuklarınızı besleriz. Buna göre bizler, sizin kazandığınız sevaplarda size ortak olamaz mıyız?


Esma’nın bu sözlerini pek beğenen Resul-ü Ekrem Efendimiz ashabına dönerek: “Siz bir kadından, din konusunda sorduğu bir soruda, bundan daha güzel söz işittiniz mi?” diye sordu. Sonra da ona şunları söyledi. “Ey hanım! İyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara iyice anlat ki, bir kadının kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu kazanması, sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin hepsine denktir Görüldüğü gibi kadın-erkek eşitliği bolca sevap kazanmadadır, Allah’ın rızasını elde etmededir. Yoksa vücut yapıları, görevleri ve sorumlulukları farklılık olan kimseler arasında eşitlik aranır mı?


Burada Prof. Dr. Yaşar Kandemir hocamızın beğendiğim bir yazısından bazı ufak eklemeler yaptım. Daha çok söylemek istediğim şey var fakat burada şimdilik kısa kesmeliyim, burada anlatmaya çalıştıklarım genel durumlardır yoksa elbette insanlar arasında hastalıklar, sakatlıklar, yaşam şartlarındaki farklılıklar kadın-erkek arasındaki münasebetleri etkileyebilir, duruma göre değişebilir. Genel bir çizgi çekmeye çalıştım anladıklarımdan. Her aile kendi iç yapısında elbette kendine has özelliklere sahiptir,  kendi nüansları vardır, onlar özel olarak değerlendirilmelidir zannımca..


Aile içinde müslüman erkek nasıl olmalıdır? Sorumuza da inşallah yarın değinmeye çalışacağım. Sürç-ü lisan ettik ise affola :)


Hayırlı akşamlar diliyorum..


Fotoğraf siyahinci84 kullanıcı adlı fotokritik müdaviminde alıntıdır. teşekkürler..
Related Posts with Thumbnails